Hayvan Sömürüsü Bakımından Sorun Endüstriyel Hayvancılık Mı?

Hayvanların insanın malı haline gelmesi, yaklaşık 12 bin yıl önce gerçekleşmiş olan Neolitik Devrime tekabül eder. Neolitik Devrimin bir ayağını bitkilerin evcilleştirilip kültüre alınması oluştururken, diğer ayağını hayvanların evcilleştirilip temellük edilerek sistematik sömürüye tabi hale getirilmesi teşkil eder. 12 bin yıl önce gerçekleşen bir süreç olarak Neolitik Devrime karşılık, endüstriyel hayvancılığın bin yıllarla düşündüğümüz takdirde “daha dün” diyebileceğimiz 20 yüzyılın ürünü olduğunu göz önünde bulundurursak, sistematik hayvan sömürüsünün daha endüstriyel hayvancılığın esamesi yokken ortaya çıktığı kendisini aşikâr eder. Endüstriyel hayvancılığın yaptığı, sistematik bir sömürüyü yokken var etmek değil, bu sömürüyü yoğunlaştırmaktır.

Ancak, hayvanların mal konumunun ve hayvan kullanımının ilga edilmesini değil ama hayvancılığın hayvanların daha az acı çekmesini ve zarar görmesini sağlayacak şekilde düzenlenmesini savunan hayvan refahçıları bize sorunun endüstriyel hayvancılıktaki hayvancılık uygulamaları olduğunu söylemekte. Ana akım refahçıların yanı sıra bir kısım ekolojist ve endüstri karşıtı da meselenin hayvancılığın kendisi değil, endüstriyel hayvancılık olduğunu ileri sürmekte. Yukarıda da ifade edildiği gibi, hayvanlar üzerindeki zulüm ve sömürü endüstriyel hayvancılıkla birlikte yoğunlaşmıştır. Ancak, endüstriyel hayvancılığa karşı çıkıp, endüstri öncesi ya da endüstriyel olmayan ve (misalen Alan Savory tarafından ortaya koyulmuş olup Türkiye’de Anadolu Meraları tarafından savunulan ve uygulanan “bütüncül yönetim” gibi) ekolojik olduğu ileri sürülen bir hayvancılık biçimini meşru saymak ya da savunmak hayvanların haklarını tanımak değildir.

Çünkü, hayvancılığın her türlüsü hayvanlara eşya gibi muamele etmemiz, onların haklarını ve sınırlarını ihlal etmemiz anlamına gelir. Çünkü hayvanlar, hayvancılığın her türlüsünde malımız ve kaynağımız konumundadırlar; her türlü hayvancılık biçimde insan amaçları için kullanılır ve istismar edilirler. Hayvancılığın her türlüsü, tahakküm ve sömürüye dayalı bir ekonomi pratiğidir. Dolayısıyla, maksadımız hayvanların sınırlarını tanıdığımız bir dünya ise, mesele salt kapitalist hayvancılık olmadığı gibi, salt endüstriyel hayvancılık da değildir. Mesele salt, hayvanların endüstriyel çiftliklerin maksimum verim amacını taşıyan rasyonalizasyon mantığı ile kullanılmaları değil, birileri tarafından kullanılıyor, kullanılabilecek şeyler olarak görülüyor olmalarıdır.

Endüstrinin mevcut halinin sebep olduğu ekolojik tahribatın diğer tüm canlılarla birlikte hayvanlara verdiği zararın gayet farkındayım. Ayrıca, endüstri toplumunun vegan olduğu durumda dahi hayvanlara verebileceği zararı göz önünde bulundurunca, ekoloji mücadelesinin hayvan hakları mücadelesinin bir parçası olduğu görüşünü savunuyorum. Endüstri ve teknoloji ile hayvanların sınırlarının gözetildiği bir dünyayı inşa etme maksadı dışındaki daha pek çok sebeple hesaplaşmamız gerektiğine de katılmaktayım. Ancak, ister refahçılardan ister ekolojistlerden gelsin, hayvan meselesinin bir endüstriyel hayvancılık meselesine indirgenmesine itirazım var ve endüstriyel değil ya da ekolojik diye hayvancılığın herhangi bir biçimi ile uzlaşmam mümkün değil.