Yavrusunun İhtiyaç Duyduğundan Fazla Süt Veren İnekler Meselesi

Hayvansal süt tüketiminin meşru olup olmadığını, hayvanın sadece yavrusunun ihtiyacı kadar mı, yoksa daha fazla mı süt sağladığı üzerinden tartışıyoruz. Eğer meselemiz buysa, arkadaşlar; malımız olan bu hayvanları daha fazla sömürebilmek için onların evrimlerini “hayvan ıslağı” denilen uygulamayla manipüle ederek yavrularının ihtiyacından daha fazla süt salgılayan inekler meydana getirme başarısını gösterdik. Bu süreç 12.000 yıl önce Neolitik Devrim ile başladı. 12.000 yıl önce hayvanları evcilleştirerek onları daha az zahmetle ve daha verimli bir şekilde sömürebildiğimiz uysal ve itaatkar kimseler haline getirdik. Sömürümüzü daha kolay ve daha verimli kılmak için daha uysal ve sütü, eti, yünü diğerlerine kıyasla daha fazla olan hayvanları sürekli bir şekilde çoğaltma yoluna gittik. 20. yüzyıla geldiğimizde hayvan ıslağı bilimden çok daha fazla yararlanılan bir alan olarak çok daha etkili ve çabuk sonuç veren bir uygulama olarak devam etti. Yavrusunun ihtiyaç duyduğundan daha fazla süt veren bir hayvanın fazla sütünü kullanmamızın meşru olup olmadığı tartışması işte böyle bir tarihsel sürecin sonucunda, böyle bir tarihsel bağlam içerisinde söz konusu oldu. Hayvancılıkla ilgili etik ve politik sorunu ortadan kaldıran ve şu hayvanların sütünü vicdanımız rahat bir şekilde nasıl kullanırız diye dertlenen duyarlı insanlarımızın yüreğine su serpen bu başarımızı kutluyorum. Evet, arkadaşlar, hayvansal sütünüzü gönül rahatlığıyla içebilirsiniz, afiyet olsun.

Eğer bal tüketmemenizin sebebi de, “Arıların da bütün balını alıp, yerine şekerli su koyuyorlar, bu nasıl insafsızlık” diye dertlenmeniz ise, arıların balının sadece ama sadece üçte birini alıp, üçte ikisini arılara bırakma yüce gönüllüğünü göstererek arıcılık yapanların da bulunduğunu bildirmek isterim. Üstelik, kovanları oradan oraya gezdirerek arıların nektar bulmasına yardımcı oluyorlar. Bu sömürü müdür? Buna, anarşist arkadaşlar için tanıdık olan tabirle, olsa olsa “karşılıklı yardımlaşma” denebilir. Hem veganlar bile bu baldan alıyormuş.

Dikkat edelim de, hayvan sömürüsüne karşı bilinç ve duyarlılık oluşturmaya çalışırken “mutlu sömürü”nün ya da “sömürüsüz sömürü”nün reklamını yapıyor olmayalım. Bu yüzden, hayvanlarla olan ilişkimizi radikal bir şekilde sorgulamalıyız. Bu ilişkideki esas sorunun hayvanları daha az ya da çok, daha iyi ya da kötü davranarak sömürmemiz değil, hayvanların malımız ve kaynağımız durumunda bulunması olduğunu vurgulamalıyız. Hayvancılığın her türlüsünde hayvanlarla olan ilişkimizin tek yanlı karar verici olduğumuz, özgür anlaşmalara dayanmayan, dolayısıyla hayvanlar üzerinde egemen ve efendi konumunda bulunduğumuz bir ilişki olduğunu ortaya koymalıyız.

Tahakküm ve sömürü karşısında bir duyarlılığımız olabilir ve bu duyarlılığı hayvanlara da yansıtmaya çabalıyor olabiliriz. Ama bu sürecin ilk neticelerinin hayvanlar üzerindeki tahakküm ve sömürümüze daha yumuşak bir görünüş verip vicdanımızı rahatlatma ve böylece mevcut durumu devam ettirme yönündeki çabalar olarak kendini göstereceği konusunda uyanık olmalıyız.